1. Bölüm: Yüceler Yücesi Cenâb-ı Hakk’ın Resûl-i Ekrem’in Şân ve Şerefini Yüceltmesi

2. Kısım: Allah Teâlâ'nın, Resûl-i Ekrem'e Beden ve Huy Güzellikleri, Din ve Dünya Üstünlükleri Vermesi

20. Fasıl: Resûl-i Ekrem'in Âdil, Emin İffetli ve Doğru Sözlü Oluşu

Önceki Ders 21 Şubat 2016
Sonraki Ders 6 Mart 2016

DERSİ PAYLAŞ:

Euzu billahi mineşşeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi rabbil alemin. Vessalatü vesselamü ala seyyidina Muhammedin. Ve alihi ve sahbihi ecmain. Pek kıymetli kardeşlerim, Şifa-i Şerif dersimize başlıyoruz. Bugün yeni bir bahse başlayacağız. Müellifimiz Kadı İyaz, Allah ona rahmet eylesin. Konunun başlığını şöyle atmış; Yani Resûl-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Vesellemin adil oluşunu konuşacağız. Emin oluşunu konuşacağız, güvenilir oluşunu konuşacağız. İffetli oluşunu ve doğru sözlü oluşu üzerine sohbet edeceğiz. Allah'ın elçisinin adil oluşu, emin oluşu, iffetli ve ooğru sözlü oluşu bahsine gelince, Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem en güvenilir insandı. İnsanların en güveniliriydi. Bildiğiniz gibi Muhammedül Emin diye anılıyordu. En adil insandı. Çünkü Allahu Teala ona nasıl adaletle hükmedeceğini öğretmişti. Evet. Kendisine yakışmayan tutumlara en uzak duran insandı. Yani bir peygamber olarak kendisine şu davranış, şu hareket yakışmaz dediğimiz, dendiği hareketlerden uzak dururdu. Yani kendisine söz getirmeyecek, iffetine, ahlakına kimsenin dil uzatamayacağı davranışlardan uzak dururdu. Bu bizim için de son derece önemli ölçüdür. Yani hakkımızda kimsenin bir şey söylememesi için, bizi tenkit etmemesi için kötü yerlerde bulunmamak, kötü insanlarla beraber olmamak gibi hususlarda Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellemin yolunu izleyeceğiz. Davranışlarımıza dikkat edeceğiz. Var olduğundan beri en doğru sözlü insandı. Evet hiçbir zaman şimdi göreceğimiz gibi düşmanları bile onun bu konudaki tutumunu aleyhinde konuşamazdı. Yani kimse onu yalancı olmakla suçlamamıştı. Bunun misallerini göreceğiz Fahri Kainat Efendimiz daha peygamber olmadan önce de hemşehrileri tarafından el-emin, güvenilir Muhammed diye anılırdı. Gönüllere böyle tesir etmişti. Demek ki onun yanlış bir davranışını kimse görmemiş. Emanete riayet eden bir insan. Siyer ve megazi alimi var. İbni İshak. Bu konudaki ilk alimlerden bir İbni İshak. Siyer neydi? Peygamber Efendimizin hayatı. Gazveleri. Elhamdülillah bugün ilkokullara, ortaokullara da ders olarak kondu siyer. Özlediğimiz bir haldi. Elhamdülillah. Kur'an-ı Kerim dersi okuyor yavrularımız. Ne büyük bahtiyarlık, elhamdülillah. Allah razı olsun koyanlardan. Şöyle diyor İbni İshak. Allah Teala, en güzel ahlaki onda topladığı için Fahri Kainat Efendimizde ahlakın en mükemmelini topladığı için, el-emin diye anılırdı. Nitekim Allah Teala Hazretleri Kur'an-ı Kerim'de onun için şöyle buyurmuştur: Tekvir suresinin 21. ayeti kerimesidir bu. Allah Teala orada, yani semada sözü dinlenir, ona güvenilir buyurmuştur. Semada da, yani melekler tarafından efendim, sözü dinlenir, ona güvenilir. Acaba semada kimin sözü dinlenir? Müfessirlerin büyük çoğunluğu bu ayeti kerimede kendisinden bahsedilen zatın Muhammed Aleyhisselam olduğunu söylemişlerdir. Yani semada melekler ona itaat ederler, demektir. Allah'ın elçisi, vahyin tebliğ edilmesi hususunda güvenilir bir zat. Bazıları b ayet-i kerimede sözü edileni Cebrail Aleyhisselam olduğunu söylemişti. Fakat dediğim gibi müfessirlerin büyük çoğunluğu burada sözü edilen Muhammed Aleyhisselam'dır demişlerdir. Bu olayı hepiniz çok iyi bilirsiniz. Kabe'nin yeniden yapılması esnasında olan bir şey. Yani seller Kabe binasını tahrip etmişti. KAbe binası yeniden yapılacaktı. O sırada Kureyş Kabilesi arasında bir ihtilaf çıktı. Acaba Hacer-ül Esved'i yerine hangi kabile koymalıdır? Çünkü cahiliye devrinde de Hacer-ül Esved'e hürmet ediliyor. Biliyorsunuz cahiliye devrinde de hac yapılıyor. Bizim haccımıza benzemiyor ama tavaf var, onlarda da tavaf var. Ama işte çıplak filan yapıyorlar tavafı. Bu önemli emaneti hangi kabile yerine koymalıdır? Kılıçlar çekildi, kavgaya başlayacaklardır bu hususta. Acaba Hacer-ül Esved'i kim koymalı? Bu konuda ortaya farklı görüşler atıldı. Sonunda dediler ki buraya ilk gelen yani Haremi Şerife ilk giren adamı hakem tayin edelim. O ne derse ona göre Hacer-ül Esved'i yerine koyarız dediler. Böyle dediler. Bu olay Fahri Cihan Efendimiz peygamber olmadan önce meydana geldi. İşte o sıralarda 35 yaşlarında olduğu belirtiliyor. Peygamber olmadan demek ki 5 yıl önce. Baktılar ki Haremi Şerife ilk giren kimse Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem'dir, Sultanı Enbiya'dır. Onu görünce ne dediler? Işte ilk gelen Muhammed'dir dediler. O güvenilir insandır. Onun hakemliğine razıyız dediler. Çünkü onu herkes tanıyor, güvenilir insan. Hikmetli sözler söyleyen insan. Doğru işler yapan bir insan. Herkes onu iyi vasıflarıyla tanıyor. Efendimizi görünce hep sevindiler. Hepsi böyle dedi yani. O güvenilir insandır, onun hakemliğine razıyız dediler. Ve Efendimiz bildiğiniz gibi, bir örtü istedi. O örtüye örtüyü yaydı. Hacer-ül esved'i kendi mübarek elleriyle alıp onun ortasına koydu. Tabiin muhaddislerin Rabi bin Huseym diye bir zat var. Şimdi ona kulak vereceğiz. Diyor ki ; Muhadram ne demek bu ıstılahı öğrenelim. Muhadram, hem cahiliye devrinde yaşamış, hem İslam devrine yetişmiş ama Efendimizi görme saadetine erememiş adam demektir. İşte Allah'ın bir lütfu tabii ki. Cahiliye devrinde yaşamış. Efendimizin peygamber olduğu zamana yetişmiş. Ama işte o 23 sene boyunca Efendimizi görememiş. Böyle kimselere muhadram diyoruz. Muhadram ondan bu zat. Zahit bir zattı. Şöyle dedi: İslamiyetten önce Cahiliye Dönemi dediğimiz zaman diliminde Mekkeliler anlaşamadıkları bir konuda Fahri Alem Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin hakemliğine başvururlardı. Yani bu işin üstesinden gelemiyoruz, halledemedik. Aramızda ihtilaf çıktı. Şu meseleye bir bakar mısın, diye Efendimize müracaat ederlerdi. Tabi, Cenabı Mevlanın seçtiği bir insan. Peygamber olmak kolay bir şey mi? Allah Teala onu bu mevkiye, bu makama münasip görmüş. Ve ona göre terbiye etmiş. Aklının yüceliğini daha evvel okuduk. Mükemmel bir akla sahip olduğunu daha evvel okuduk. Yani sadece Allah Teâlâ'dan aldığı emirleri nakleden bir insan değil, o aynı zamanda mükemmel aklıyla, fikriyle, görüşleriyle, buluşlarıyla da herkesin takdirini kazanmış bir insandı. Server-i Enbiya Aleyhi EKmelüt Tahaya Efendimiz Hazretleri buyurdular ki; Allah'a yemin ederim ki diyor Efendimiz, yeminle söylüyor, Ben gökyüzünde de güvenilir bir insanım, yeryüzünde de. Yani melekler bana güvenir. Melekler bana güvenir. Efendim. Yeryüzünde de insanlar bana güvenir. Ben öyle bir insanım. Amenna. El-hak öyledir. Hiç şüphe yok, Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem insanların en güveniliri idi. Şimdi müellifimiz yine adeti olduğu üzere sevgili kardeşlerim bu konudaki ilk hadise, ilk hadisi rivayet ederken senediyle rivayet ediyor. Hadis kaç kısımdan meydana geliyordu? İki kısımdan. Bunu sık sık tekrar edelim ki, yeni kardeşlerimiz vardır aramızda. Hadisin senedi ikincisi Hadisin metni. Senet neydi? Bu hadisi kitabını alan zat. Mesela İmam Buhari ise Buhari. Şimdi Kadı İyaz. Bu hadisi hangi hocasından almış? O hocası hangi hocasından almış? Peygamber Efendimize veya Ashabı Kiram'a varıncaya kadar kim kimden rivayet etmiş? Bunların zikredildiği yere biz ne diyoruz? Senet diyoruz. Ondan sonra da Efendimizin sözüne veya sahabe ise, o anlattığımıza, onun sözüne metin diyoruz, hadisin metni diyoruz. Demekki hadis senet ve metinden meydana geliyor. Şimdi hadisin, okuyacağımız Hadi-i Şerif'in senedini okuyoruz. Bakınız Kadı İyaz Hicri 544 tarihinde vefat etmiş. Yani 6. asırda. 6. yüzyılda vefat etmiş bir zat. Oradan birinci asıra, Efendimizin zamanına kadar Hz. Ali'ye kadar geleceğiz. Şimdi ben okuyup geçeceğim. Hızlıca. Birincisini söyleyelim. Benim diyor hocam. Ebu Ali Es Sadefi, ki hadis hafızıdır diyor. Ben bu hadisi ona okuyarak, ondan rivayet icazetini aldım. Rivayet iznini aldım diyor. Şimdi o hocanın hocası ve devam edecek. 3. asra geldik Ebu İsa İmam Tirmizi'nin künyesidir.279'da vefat etmiştir İmam Tirmizi. 544'lerden 279'a geldik ve yola devam ediyoruz Efendimize doğru. Tirmizi hocasını söyleyecek. Asrı Saadet'e. Yani Hazreti Ali'nin devrine geldik. Birinci hicri asır. Diyor ki Hz. Ali, Bir gün müşriklerin, kafirlerin başı Ebu Cehil, Aleyhil Lane. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem'e şöyle dedi: Bakınız Efendimize ne demiş? Efendimizin o toplumdaki yerini de anlıyoruz. Kafirler bile Efendimize ne gözle bakıyor? Bu rivayet bize bunu gösteriyor. Ebu Cehil Efendimize diyor ki; Biz senin yalancı olduğunu söylemiyoruz diyor. Hepimiz biliyoruz ki sen yalancı değilsin. Ama biz senin getirdiğim dine inanmıyoruz. Bir tezat tabi. Hem yalancı olduğunu söylemiyoruz. Biliyoruz ki sen yalancı değilsin. Ama getirdiğin dine inanmıyoruz diyor adam. Allah insanı şaşırtmasın. Şaşırdı mı böyle garip bir şeylere düşer insan. Evet. Sana yalancı demiyoruz. Biz senin getirdiğin dine inanmıyoruz, getirdiğin dinin asılsız olduğunu söylüyoruz. Sana lafımız yok, böyle diyor. Bunun üzerine Allah Teala Hazretleri şu Ayeti Kerime'yi inzal buyurdu. Bu Ayeti kerime, Enam suresinin 33. Ayet-i kerimesidir. Allahu Teala Ebu Cehil'in bu sözü üzerine şu Ayeti Kerimeyi indiriyor. Ey Resul'üm, esasen onlar seni yalanlamıyorlar. Fakat o zalimler, Ebu Cehil ve şürekasına ve bütün kafirlere o zalimler Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar. Sana bir şey demiyorlar. Seni yalanlamıyorlar. Bu Hadisi şerif İmam Tirmizi rivayet etmiştir. Senette görmüştük ya. İmam Tirmizi'den başka muhaddisler Ebu Cehil'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir. Biz sana yalancı demiyoruz. Zaten sen bizim aramızda yalancı biri değilsin. Biz seni yalancı olarak bilmiyoruz, böyle demiş. Bir başka rivayete göre Ebu Cehil. Şimdi okuyacağımız rivayet çok enteresan. Kafirlerin psikolojisini, ruh yapısını, kafalarında dolaşan fikri bize çok güzel anlatıyor. Rivayet edildiğine göre, Bedir Savaşı'nda düşman saflarında yer alan bir adam vardı. Şimdi ismini okuduk Ahnes İbni Şerik. Ogün Ebu Cehil'e dedi ki; Bedir Savaşı oluyor. Müslümanlar bir tarafta, kafirler karşı tarafta. Demek ki işte harp başlamamış. O sırada Ahnes İbnii Şerik, o zaman kafir daha sonra Müslüman olma şerefine eriyor. Müslüman olduktan sonra bu olayı anlatıyor. Diyor ki; Ebu Cehil'e yaklaştım. Dedim ki; ya evvel hakem Künyesi Ebul hakem, Ebu Cehil'in. Asıl adı Amr. Efendimize nasıl ki Ebül Kasım diye hitap ediyorlar, buna da Ebül Hakem diye hitap ederlermiş. Şurada seninle benden başka sözümüzü duyacak kimse yok. Ikimizden başkası yok. Demek ki başbaşa konuşuyorlar. Ikimizden başka kimse yok şurada. Konuştuğumuzu kimse duyamaz. Bana söyler misin diyor.Muhammed doğru mu söylüyor yalan mı söylüyor? Muhammed doğru sözlü biri midir yalancı biri midir? Iki kafir başbaşa Hz. Peygamberi, Sallallahu Aleyhi Vesellem, Hz.Peygamber sözünü pek kullanmam ama işte, bazen insanın şeyiden kaçıveriyor. Müsteşrikler de Hz. Peygamber diyorlar. Insaflı olanları. Genellikle Muhammed diyorlar, peygamber diyorlar. Biraz insan insaflı olanlar böyle. Biz öyle dememeliyiz. Ne demeliyiz? Resul-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Vesellem. Fahri Alem Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem. Sultanı Enbiya Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem. İki cihan güneşi Efendimiz. Aklınıza ne geliyorsa. Böyle ifadelerle Efendimizi anmalıyız. Evet. Ne diyorsun diyor Muhammed hakkında? Peygamber olduğunu söylüyor. Sence o doğru mu söylüyor? Yalan mı söylüyor? Ebu Cehil bu zata şu cevabı verdi. Vallahi Muhammed doğru söylüyor. Zaten Muhammed hayatında hiç yalan söylemedi ki diyor. İşte bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu dedikleri şey bu. Yani hem Efendimizin doğru sözlü olduğunu söylüyor. Hem getirdiği dine inanmıyor. Ve onun için de kendisiyle savaşıyorlar. Bu Bedir Savaşı esnasında oluyor. Ne kadar tezat değil mi, ne kadar tuhaf bir şey yani. Öyle diyor Ebu Cehil. Vallahi Muhammed sözünde sadık bir adamdır, doğru sözlüdür. Doğru söylüyor. Zaten o şimdiye kadar hiç yalan söylemedi ki. Bir başka olayı hatırlayalım. Bizans Kralı Heraklius var. Heraklius Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem, komşu hükümdarlara mektuplar gönderdi biliyorsunuz. İslam'a davet etmek için. Efendim. Heraklius'a da mektup gönderdi. Yani Bizans'a değil de Suriye o sıralarda Bizans idaresinde idi. Yani Bizans'ın hükümranlığı altındaydı. Heraklius o günlerde şeye geldi. Suriye'ye geldi. Allah oradaki kardeşlerimizi kurtarsın. Allah onların muini olsun. Evet. Dedi ki; bu peygamber olduğunu söyleyen zat bana bir mektup göndermiş ama, ben onu iyi tanıyan birini bulmalıyım ve onunla konuşmalıyım, bazı sorular soracağım. Arap tüccarları geliyor mu buraya? diye sordu. Geliyor dediler. Bir bakın bakalım. Var mı Arap tüccarları? Bir getirin dediler. Adamları gitti. Başta Ebu Cehil olmak üzere 30 kadar adamı aldılar Kralın huzuruna getirdiler. İşte o sordu. Içimizde ona yakın olan kimdir? Ebu Süfyan'ı gösterdiler. Aynı kabiledendir. Ebu Süfyan'a Peygamberi Zişan Efendimiz hakkında şu soruyu sordu: Bu peygamber olduğunu söyleyen zat, ben Peygamberim diye ortaya çıkmadan önce siz onu yalan söylemek ile hiç suçlar mıydınız? Hiç ona yalancı dediniz mi? Adamın zekasına bakınız değil mi. Hakikaten takdir edilecek bir şey. Nereden tutturuyor şimdi. Bu adam yalancı mı değil mi? Bunu, çok sorular sormuş da sorularından biri konumuzla ilgili olanı bu. O peygamberliğini ilan etmeden önce, ona yalancı der miydiniz? Burada parantez içinde şunu söyleyelim. Ebu Süfyan diyor ki; yanımda o adamlar olmasaydı diyor. Çünkü diğer tüccarlar da var, Mekkeli tüccarlar da var. Yalan söyleyecektim ama giderler yalan söyledi Ebu Süfyan diye anlatırlar diye korktum. Onun için doğrusunu söyledim diyor. Hayır dedi. Ebu Süyfan suçlamazdık. Onu yalancılıkla suçlamazdık. Ona hiçbir zaman yalancı demedik dedi. Bu olay gerçekten dikkatle, ibretle okunmaya layık bir olaydır. Siyer okumalıyız. İşte orada göreceğiz bunları. Ebu Süfyan bile, müşriklerin başı bile, Efendimize yalancıdır diyemedi. Mekkeli müşriklerden Ve Kureyş kabilesinin önde gelenlerinden ve Efendimizi en çok rahatsız eden azılı kâfirlerden bir oğlan, Nadr bin Haris, Kureyş ileri gelenlerine şöyle demişti: Bu adamın sözü de çok enteresan. Yani adam Peygamber Efendimizin düşmanı. Ama Peygamber Efendimizin doğru sözlülüğü hakkında hiç kimsenin aksini söyleme durumu yok. O yalancı diyemiyorlar. Hiçbir şey, hiç kimse bunu söyleyemiyor. Şimdi bakınız. Bu adam Peygamber Efendimizin aleyhinde konuşuyor. Yani getirdiği dinin aleyhinde konuşuyor. Demiş ki; Kureyş'e kızıyor, kâfirlere kızıyor. Nasıl kızmış? Muhammed aranızda yetişmiş bir çocuktu. Bu başka yerde yetişmedi ki. Mekke'de, aranızda yetişti. Ondan son derece memnundunuz. Peygamber olmadan önce, ondan son derece memnundunuz. Kendisi aranızda en doğru sözlü insandı. En güvenilir kimseydi, söze böyle başlıyor adam. Peygamber olmadan önce, hepiniz buna güveniyordunuz. Doğru sözlü, bak doğru sözlülüğüne hiç kimsenin, hiçbir kâfirin itirazı yok. Sözüne şöyle devam ediyor. Ne zaman ki onun şakakları ağrımaya başladı. Zaten fazla şakaklara ağırmadı ya. Efendimizin saçında en fazla 14 tane beyaz kıl vardı. Bu onu kast ediyor yani. Olgunlaştığı zaman demek istiyor yani. Çocukluktan çıkıp da olgunlaştığı zaman Peygamber olduğunu söyledi size. Bu defa tuttunuz, ona sihirbaz dediniz. Hayır vallahi o sihirbaz değildir, diyor. Yani söyleyeceksiniz doğru dürüst bir şey söyleyin. Sihirbaz diyorsunuz. Ama o sihirbaz değil diyor. Yalan yani, yalan bir şeyde suçlayacaksanız, tabii yalancı da diyemiyorlar. Bir şeyle suçlayacaksanız doğru dürüst suçlayın. Sihirbaz diyorsunuz, Vallahi o sihirbaz değildir diyor. Müşriklerin ileri gelenlerinden biri bu adam. Bir başka hususa geçiyoruz. Efendimizin doğru sözlülüğünden sonra bir başka hususa temas ediyor. Müellifimiz, musannifimiz Kadı İyaz. Rahimehullah. Fahri Cihan Efendimiz hakkında Hz. Aişe tarafından rivayet edilen şöyle bir Hadisi şerif var. Allah'ın elçisinin eli, Sallallahu Aleyhi Vesellem, hanımları ve cariyeleri dışında bir kadının eline değmemiştir. Efendimizin, Efendimiz peygamber olduktan sonra, hanımları dışında, cariyeleri dışında hiçbir yabancı kadının elini tutmamıştır. Hz. Aişe Radıyallahu Anha, Resul-i Ekrem'in kadınlardan biat alırken erkeklerden aldığı gibi musafaha yaparak almadığını söylüyor. Efendimiz erkeklerden biat alıyordu. Biat ne demek? Bağlılık demek. Yani ben seni Peygamber olarak kabul ediyorum, demektir. Erkeklerle musafaha yaparak, tokalaşarak şimdiki tabirle efendim, biat alırdı. Hanımların eline dokunmamıştır. Onlardan sözlü biat almıştır. Sözlü biat almıştır. Yani gelmişler hanımlar, Peygamber Efendimize biat ederken, ben senin Peygamberliğini kabul ediyorum demişlerdir. Hz. Ali'nin Resulü Zişan Efendimizi anlattığı bir Hadisi şerif vardır. Biliyorsunuz Hazreti Ali Efendimizi en güzel vasfeden, tavsif eden insanlardan biridir. İbni Ebi Hale başta gelir. Çünkü o çocukluğundan beri Peygamber Efendimizin yanındaydı. Hz. Ali de onun gibidir. Çünkü o da çocukluğunu Peygamber Efendimizin yanında geçirdi. Onun için çocuklar bütün özellikleri efendim, zihinlerine adeta nakşederler. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem hakkında şu ifadeyi kullanıyor Hazreti Ali. Resulü Kibriya insanların en doğru sözlüsüdür diyor. Sahih bir Hadis-i şerifte şu durum belirtilir. Ganimet dağıtılıyordu. Efendimiz Aleyhisselatu Vesselam, ganimeti dağıtıyordu. Daha evvelki derslerimizde de sözünü etmiştik. Müellefe-i kulub dediğimiz, yeni Müslüman olmuş ama gönlü İslamiyet'e tamamen yatmamış adamlar vardı. Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem onlara bol imkanlar vererek, paralar vererek veya develer vererek onların gönlünü kazanmak istemiştir. Bu adamlara müellefe-i kulub diyoruz. Yani kalpleri İslamiyete ısındırılan adamlar. Bu ganimet dağıtılırken müellefe-i kulub dediğimiz adamlara biraz fazla verdi. Fazla fazla verdi. Ki nitekim onlardan biri diyor ki: En çok sevmediğim, en çok nefret ettiğim adam Muhammed'di diyor. Ne zaman ki bana bol bol ihsanda bulundu. Onu herkesten çok sevdim diyor. Demekki ihsanlar, Böyle yapıyor adamı. Bazı insanlar demek ki parayla kazanılabiliyor yani. Şimdi adamın biri demiş ki, Müslüman görünümünde bir münafık. Bunu söyleyen. Müslümanlar hiç böyle söyler mi? Baktınız ne demiş adam. Bu taksimde adalet yoktur demiş. Bu taksimde adalet yok. Sen adaleti gözetmedin demiş Peygamber Efendimize. Efendimiz buyuruyor ki; vey hake. Yazıklar olsun sana. Şayet ben adil olmazsam, adaleti benden başka kim gözetir? Kim benden daha adil olabilir? Böyle buyuruyor Efendimiz. Şayet ben adaleti gözetmezsem mahvolurum, perişan olurum buyuruyor Efendimiz. Ben adaleti gözetmezsem, Allah Teala beni perişan eder. Ben nasıl adaleti gözetmem? Bu ne biçim ithamdır diyor Peygamber Efendimiz. Ama dediğim gibi işte adam münafık. Oraya zaten niye gelmiş? Ganimetten pay almak için gelmiş. Ama bakmış ki müslümanlara daha az veriyor. Çünkü kendisi de müslüman görünümünde ya münafik. Ötekilere daha çok veriyor. Onun üzerine dayanamamış adam itiraz etmiş. Aişe Radiyallahu Anha annemiz şöyle demiştir. Efendimizin bir başka özelliği, Allah Teala, Resulü Ekrem'ini şu iki şeyden biri ne yaparsın diye serbest bırakmışsa, Efendimize, şunu da, şöyle de yapabilirsin, böyle de yapabilirsin diye Efendimizi serbest bıraktığı zaman, o şey günah olmadığı takdirde, insanlar için en kolay olan hangisi ise Efendimiz onu seçerdi. Allah Teala, beni, bu iki şeyde muhayyer bıraktı. Onu da yapabilirim bunu da yapabilirim ama bunlardan hangisi insanlar için daha kolaydır. Efendimiz hep bunun peşinde. Yani ümmeti zorlanmasın. Yaparken işlerine gelsin, kolaylıkla yapsınlar düşüncesiyle en kolay olanı, ümmeti için en kolay olanı, en elverişli olanı seçiyor. Şayet o yapılacak şey günah ise, ondan en uzak duran Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem oluyor. Günahtan en uzak duran o olurdu. Demek ki sevgili kardeşlerim, Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem, hep ümmeti için kolay olanı, tercih ediyor. Allahu Teala, kendisine 50 vakit namazı emrettiği vakit, ne yaptı? Miraç'ta. Defalarca gitti. Ya Rabbi, 50 vakti yapamaz ümmetim, onu biraz daha azalt. Allah Teala 10, 10'unu azalttı. vakte indirdi. Sonra tekrar döndü, Hz. Musa ile istişare ettikten sonra. Yarabbi bunu da, bu kadarını da yapamaz ümmetim. Böyle böyle 5 vakte indirdi. O beş vakti bile biz bugün gönül huzuruyla, isteye isteye yapmıyoruz. Bazen tembelliğimiz tutuyor. Yatsı namazlarında, sabah namazlarında daha çok tembelleşiyoruz. Yüce Rabbim hepimizi salih kullarından eylesin. İbadetini en mükemmel şekilde yapan kullarından eylesin. Ünlü Arap dil alimi var. Ebul Abbas El Müberret. Hicri 286 tarihinde vefat etmiştir. Hicri tarihin üzerine, aşağı yukarı 600 yıllık koydunuz mu miladisini bulursunuz. 900 yılına tekabül ediyor, miladi 900'de vefat etmiş bu zat. Bu da enteresan bir bilgi, bakınız şimdi. Peygamber Efendimiz de, bir kralı mukayese ediyor bir açıdan. Ünlü İran Kralı Perviz var. O günlerini yapacağı işlere göre şöyle taksim etmişti, şöyle demişti. Rüzgarlı gün uyumaya elverişlidir. Dışarıda rüzgar varsa rüzgarda iyi uyunur demiş. Ben o gün uyurum, demiş. Hava bulutlu ise o gün avlanmaya elverişlidir. Bulutlu günde daha iyi avlanılır demiş. Ben o gün avlanırım demiş. Hava yağmurlu ise o gün içmek, eğlenmek için uygun zamandır demiş. Ogün şey yapıyormuş, içip eğleniyormuş. Hava güneşli ise o gün de insanların ihtiyaçlarını konuşmak için elverişlidir. İnsanları huzuruma o gün kabul ederim ve onlarla işlerini konuşurum. Evet. Şimdi İran kralının bu sözünü nasıl anlamak gerekir? Bir alim şöyle de değerlendirmişti bunu. Yine bir Arap dil ve kıraat alimi olan, aynı zamanda kıraat Alim olan İbni Haleveyh var. O da 370, Hicri 370'de vefat etmiştir. O İran Kralının bu sözünü şöyle yorumlamış. Bu adamlar dünya işlerini pek iyi biliyorlar. Onların durumu tıpkı Rum Suresinin 7. ayeti kerimesinde anlatıldığı gibidir. Rum Suresinin 7. ayeti kerimesi nasılmış? Onlar, o kafirler dünya hayatının sadece maddi yönünü bilirler. Ahiretten ise habersizdirler. Dünya işlerini iyi bilirler diyor Allah Teala Hazretleri. O zat da bu ayeti kerimeyi zikrederek diyor ki, bu adamlar dünya işlerini bilirler. Zevklerine düşkündürler. Nebiyyi Ekrem Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz gündüzünü üçe taksim ederdi. Gündüzünü üçe taksim ederdi. Nasıl değerlendirirdi acaba Efendimiz gündüzünü. Gündüzün bir bölümünü Allah Teâlâ'ya yani ibadete ayırmıştı Peygamber Efendimiz. Bir bölümünü ailesinin işlerine ayırmıştı. Alım, satın vesaire gibi işler. Efendim. Diğer bölümünü ise kendisine ayırmıştı. Üçte birini Allah Teâlâ'ya ibadet için, üçte birine ailesine, üçte birini de kendini ayırmış. Kendini ayırmış ne demek? Yakın arkadaşlarından şunu isterdi? Yani o kendini ayırdı vakitte Hz. Ebubekir, Hz Ömer gibi yakın arkadaşlarının huzuruna kabul ederdi. Onlardan şunu isterdi, diğer insanların dertleri ile ilgilenin. Diğer insanlarla meşgul olun, onların dertleriyle ilgilenin. Ve şöyle buyururdu: Bu yakın arkadaşlarla diyor ki, insanların içinde bana gelip de dertlerini ve ihtiyaçlarını ulaştıramayan, anlatamayan insanlar vardır. Fakirdir, yoksuldur, uzaktadır. Yani cesaret edip de benim huzuruma gelmeyebilirler. Diyor ki Efendimiz sizden kim diğer insanların ihtiyacını bana iletirse, kıyametin o dehşetli gününde, Allah Teala onu korktuğu şeylerden emin kılar. Kıyamet gününde Allah Teala bana gelemeyen insanların isteklerini bana ulaştıranları kıyamet gününde emin kılar. Yani, onları cehennemine koymaz, cennetine kor demektir. Ne istiyor Efendimiz? Bakınız buradan bizim de çıkaracağımız bir ders vardır. Benim yanıma gelemeyen insanlarla konuşun, dertlerini öğrenin, gelin bana anlatın, diyor. Adamın paraya ihtiyacı vardır. Başka türlü yardıma ihtiyacı vardır. Demek ki sevgili kardeşlerim, bir kaymakamın yanında, bir valinin yanında, bir devlet büyüğünün yanında bir adamın işi olabilir de. Arzusunu götüremez, onlara söyleyemez. Ne yapmak lazım? Aracı olmak lazım. Yani tanıyorsak, efendim, bu saydığımız insanları veya benzeri kimseleri, hatta bir devlet dairesinde işi olduğu halde oraya gitmeye cesaret edemeyen insanlar bile vardır. Onların elinden tutup götürmek lazım. Efendimiz bunu tavsiye ediyor. mükafatı neymiş? Kıyamet gününde Allah Teala böyle yardım eden insanlara yardımcı olur. O dehşetli günün efendim, dehşetinden onları emin kılar buyuruyor. Hasan-ı Basri var. Bazıları Hazreti Hasan diye Hazreti Ali'nin oğlunun kastediyorlar. Hayır. Hadiste bir usul var. Anil Hasen denildi mi Hasan-ı Basri kastedilir. Hicri 110 tarihinde vefat etmiş tabiinin en büyüklerinden. Müfessir, muhaddis, fakih, mutasavvıf. O diyor ki ; Server'i Enbiya Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem, hiç kimseyi bir başkasının yaptığı hatadan dolayı azarlamazdı. Bir başkasının yaptığı hatadan dolayı, bir başka insanı azarlamazdı. Bir kimse, bir başkası hakkında bir şey söylese bu söz doğru da olsa, bir insan bir başkası hakkında doğru bir şey söylüyor. Allah'ın Resulü bu söze bakarak kimseyi cezalandırmazdı. Yani adam gelmiş, Peygamber Efendimize diyor ki, falan adam şöyle bir yanlış yaptı. Şöyle bir günah işledi. Efendimiz ne yapıyor? O adamın sözüne bakarak onu cezalandırmıyor. Zaten kimse bir şey söylememişse üzerinde durmuyor. Kimse onun yaptığı hatayı görmemişse, karıştırmayın diyor, bırakın, adam bir hata yapmış. Bizim vazifemiz illa onun mahremine girmek, ne yaptığını öğrenmek değildir. Ama birileri gelmiş, bu adam şöyle yaptı, böyle yaptı diye şikayet etmişse o zaman bir şey yapamıyor Efendimiz. Cezalandırmak gerekirse cezalandırıyor. Ama bir başkasının sözüyle cezalandırmıyor, onu karşısına alıyor. Böyle yapmışsın, öyle mi, doğru mu diye konuşuyor. Ünlü bir müfessirimiz var. İbni Cerir et Taberi. Aynı zamanda tarihçi, ünlü bir tarihçi. Hicri 310 tarihinde vefat etmiş. Yani Hicri efendim, 3. asırda yaşamış, 200 lerde yaşamış bir alim. O Hazreti Ali Radıyallahu Anh'ın, İki Cihan Güneşi Efendimizden Sallallahu Aleyhi Vesellem, rivayet ettiği şu Hadis-i Şerifi eserinde naklediyor, zikrediyor İbni Cerir et Taberi. Cahiliye Devrinde sadece iki defa cahiliye halkının yaptığı eğlencelere katılmak istedim. Bunu anlatmıştık geçenlerde. Bunu biraz süratle okuyayım. Vakitimiz de gelmiş. Eğlencelere katılmak istediğim bu iki sefer de, Allah Teala beni halkın katıldığı eğlencelere katılmaktan korudu. Cenabı Hakk'ın beni peygamberlikle görevlendirmesine kadar bir daha da böyle eğlencelere katılmayı aklımdan geçirmedim, diyor. Demek iki defa arzu etmiş. O eğlencelere nasıl katılmak istediğini söyle anlatıyor. Bir arkadaşım vardı, benimle beraber koyun giderdi. Aziz Allah Celle Şanuhu. Bir gece o çocuğa dedim ki, gel şu koyunlarıma biraz bak, göz kulak ol da. Mekke'ye gideyim, gençlerin katıldığı eğlencelere ben de katılayım. Nasılsa bu eğlenceleri görmek istiyorum, katılayım dedim. Efendimiz o geceyi şöyle anlatıyor. Mekke'yedoğru yürüdüm gittim. Mekke'nin ilk evine ulaştım. Meğer orada düğün varmış. O evde düğün varmış. Çalının ud ve dev seslerini dinledim. Düğünü izlemeye başladım. Çalınan ud ve def seslerini dinledim. Düğünü seyretmeye başladım. O sırada uyumuşum. Güneşin ışıklarıyla uyandım. Allah Teala beni uyutmuş diyor. O eğlenceleri görmedim. Yapmak istediğimi yapamadan geri döndüm. O gece arzuma ulaşamadım. Başka sefer yine gittim. Yani göremedik ya. Ne yapıyorlarmış bir görelim diye gittim diyor. Yine uyuya kalmışım. Daha sonra böyle bir şey yapmayı artık düşünmedim diyor. Allah Teala Hazretleri Habibini koruyor. Uygun olmayan şeyleri görmesini arzu buyurmuyor. İşte Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem sevgili kardeşlerim böyle bir insandı. Düşmanları bile onun yalan söylemediğini kabul ederdi. Son derece dürüst bir insandı. Eğlenceden, zevk zevkten uzaktı. Öyle bir şeylere merakı yoktu. Efendim. Allah'ın kulları ile meşgul olurdu. Onların ihtiyaçlarını temin etmekten derin haz alırdı. Hatta yakın arkadaşlarından bunu rica ederdi. Gidin, halkın arasına karışın. Bana gelemeyen, ihtiyaçlarını arz edemeyen varsa onların ihtiyaçlarını bana siz anlatın buyururdu. Bu tarafıyla da Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem, ümmetine örnek olmuştur. Yüce Rabbim hepimizden razı olsun. Yaptığımız ibadetleri, taatları kabul buyursun. Filistin'de, Suriye'de, Mısır'da, Irak'da, Arakan'da, Doğu Türkistan'da ve dünyanın başka yerlerinde kafirlerin zulmü altında inleyen mümin kardeşlerimize muin ve müzahir olsun. Ve hepimizi de onun şefaatine nail eylesin. Amin elhamdülillahi rabbil alemin El Fatiha.